Terörsüz Türkiye Projesinin hayata, fiili olarak yavaş yavaş geçmesinden dolayı, bu projenin uygulamasına, taraflarca, açıkça uyulduğu görülmektedir.
Terörün bitmesinden ve terörsüz bir ülke ikliminde hayatımıza devam etmekten, kullanılan sözlü jargonlar bir yana, ülke olarak bazı aksaklıklara rağmen kardeş kavgasının son bulmasından, mutlu olduğumuzu ifade etmek isteriz.
Ancak bazı şahıs ve partilerin bu barış projesinden, rahatsız olduklarına müşahade ediyoruz. Olayları, Sulh adına, feodal bir yaklaşım ve zihniyetle, kan davasına dönüştürmek istedikleri, bunu da her ortamda dile getirdikleri, devlet aklını beğenmediklerini. İfade etmeleri, kandan beslenen bir zihniyet olarak değerlendirmekteyiz.
İnsanların, barışa karşı olacağı bir Zihniyetin toplumda karşılık göreceğini hiç düşünmüyorum. Zira Ülkesini ve milletini seven bir şahsın barıştan, hem de ülkesinin barışından rahatsızlık duyması, aklın ve iz’anın kabul edeceği bir durum değildir.
Neredeyse, yarım asrı bulan bir savaşın, Milletimize ve Ülkemize verdiği ekonomik ,sosyal, siyasal ve beşeri sermaye açısındaki kaybı, zararı ve geri bırakılmışlığı düşünen bir şahsın, bu olaylara sevinmesi ve devamına yönelik bir kabule yol vermemiz, asla mümkün değildir.
Bu nedenle, en kötü barış, fayda getirse, toprak kazandırsa bile en iyi savaştan daha iyidir.
Bu tarihsel gerçekçiliği kavramadan, inkarın basitliğine sığınmanın, te’vili ve izahı mümkün değildir.
Tartışmadan, konuşmadan Küresel Güçlerin desteklediği koca bir örgüt, bir terör örgütü, göründüğü kadarıyla herhangi bir şart ileri sürmeden kendini feshetmesini, silah bırakmayı kabul etmiş olmasının iyi değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyim..
Zira Peygamber Efendimiz (SAV) bile Mekke'deki imüşriklerle görüşmüş; hatta anlaşma yapmış o anlaşma dile getirildiğinde Terörsüz Türkiye Projesinin de hayata geçirilmesi; o kadar ağır şartlar taşımadığını ve benimsenmesi gerektiğini düşünüyoruz..
Peygamber efendimiz, bu anlaşma gereği, Mekkeli müşriklerle yemek yemiş; yemekte, teşrifatçılığı da Hz. Ali yapmıştır. ”biz o Mekke müşrikleriyle Bedir'de uhud'da savaşmıştık; bunlarla bir araya gelmemiz; anlaşmamız; mümkün değildir” diyen kimse olmadı.!
Zira burada, olayların örgüsünü, iyi kavramak, hepsinin hukukunu, hepsinin nedenlerini, hepsinin durumu ve varacakları yerinin, iyi tespit edilmesi; var oldukları şartlar kapsamında gözetilmesi gerekir. Farklı, mecradan kaynaklı olayları, da birbirine karıştırmadan ayrı değerlendirilmesi gerekir.! “madem Bedir'de savaşacaktık niye anlaşma yaptık” diyen olmadı.
Yapılan anlaşma, bütün Müslümanlarca biliniyordu; şartları çok ağırdır diye, Hz Ali ve bir kısım Sahabe-i kıram, karşı çıkmalarına rağmen, müdahale yapıldı; Müslümanlarca da kayıtsız ve şartsız uyuldu.
Biraz İslam hukukunu; biraz peygamber hayatını; hayatımıza katarsak; bakış perspektifimiz genişler; olayların, çözümü kolaylaşır; maddi ve manevi mutluluklar da bunları takip eder ve kendiliğinden gelir…!