DİYARBAKIR HABER - DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, partisinin Merkez Yürütme Kurulu (MYK) toplantısının ardından genel merkezde bir basın toplantısı düzenledi. Güncel gelişmelerin ve MYK’da ele alınan başlıkların kamuoyuyla paylaşıldığı açıklamada Doğan; Meclis çalışanı Saliha Ozan’ın öldürülmesinden sahte diplomalara, cezaevlerindeki hasta tutuklulardan Meclis’te kurulan yeni komisyona kadar pek çok konuda değerlendirmelerde bulundu.
“Kadın cinayetleri politiktir” diyerek Meclis’in sorumluluk üstlenmesi gerektiğini söyleyen Doğan, Saliha Ozan’ın korunabileceği hâlde korunmadığını vurguladı. Gündemdeki sahte imza ve diploma skandallarının ise sadece hukuki değil, aynı zamanda ahlaki bir çöküşü temsil ettiğini ifade etti. Cezaevlerinde infaz süreleri dolmuş tutsaklara yönelik uygulamaları “işkence” olarak nitelendiren Doğan, Meclis’te kurulan komisyona ilişkin olarak da “Ender rastlanan bir kavşaktayız” mesajı verdi.
“Saliha korunabilirdi ama korunmadı”
DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, Meclis çalışanı Saliha Ozan’ın katledilmesine ilişkin yaptığı açıklamada, “Saliha korunamadı değil, korunmadı” ifadelerini kullandı. Ozan’ın 6284 sayılı yasa kapsamında koruma talep ettiğini, ölüm tehdidi aldığını, fiziksel ve psikolojik şiddet gördüğünü belgelediğini hatırlatan Doğan, “Göz göre göre gelen bir cinayet önlenmedi. Meclis’in göbeğinde çalışan bir kadın korunamıyorsa, bu ülkedeki hiçbir kadın güvende değil demektir” dedi. Doğan, İstanbul Sözleşmesi’nin yeniden yürürlüğe girmesi çağrısını da yineledi.
“Kadın cinayetleri politiktir, sorumluluk Meclis’in kalbine kadar gelmiştir”
Kadın cinayetlerinin siyasi olduğuna vurgu yapan Doğan, “Bu ülkede kadınlar sistematik bir şekilde hayattan koparılıyor. Cinayetlerin sorumluluğu Meclis’in kalbine kadar gelmiştir. Failler cesaretlendiriliyor. Yasalar var ama uygulanmıyor” dedi. Kadın cinayetlerine karşı Meclis’in sorumluluk alması gerektiğini belirten Doğan, “Yaşam hakkını savunmayan bir Meclis’in varlığı tartışmalıdır. DEM Parti olarak Meclis’i görevini yapmaya çağırıyoruz” açıklamasını yaptı.
“Sahte imzalar, sahte diplomalar: Ahlaki çöküşle karşı karşıyayız”
DEM Parti Sözcüsü, son günlerde gündeme gelen sahte imza ve sahte diploma skandallarına ilişkin de konuştu. Doğan, “Bu yalnızca bir yolsuzluk ya da hukuki değil, ahlaki ve vicdani bir çöküştür. Altı Şubat depremlerinde hayatını kaybeden avukatların kimlik bilgileriyle sahte belgeler düzenleniyor. Sahte belgelerle baraj yapan mühendisler, sahte diplomalarla hastalara bakan doktorlar, sahte ehliyetle trafiğe çıkanlar bu ülkenin felaketi olur” dedi. Bu ağın siyasi uzantısının ortaya çıkarılması gerektiğini belirten Doğan, “Birkaç tutuklamayla geçiştirilecek bir mesele değil, bu derin bir skandal” diye konuştu.
“Gençlerin geleceği gasp ediliyor, halkın güveni altüst edildi”
Skandala dair açıklamalarını sürdüren Doğan, sahte belgelerle işe yerleşen kişilerin gençlerin hakkını gasp ettiğini söyledi. “Gerçek diplomalarla, alın teriyle hak ettiği pozisyona ulaşmak isteyen gençler bu ülkeden gitmek zorunda kalıyor. Bu skandal, gençlerin ülkeyi terk etme gerekçesini doğruluyor” dedi. Kamuya olan güvenin sarsıldığını kaydeden Doğan, “Bu skandalı münferit bir suç olarak göremeyiz. Arkasındaki çeteleşme, siyasi ve kurumsal bağlantılar ortaya çıkarılmalı. DEM Parti olarak takipçisi olacağız” ifadelerini kullandı.
“İnfazı yakmak: Türkiye hukuksuzlukta yeni bir terminoloji üretiyor”
Doğan, cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerine dikkat çekerek “infazı yakmak” ifadesinin Türkiye’de hukuksuzluğun geldiği boyutu gösterdiğini söyledi. “Cezasını tamamlamış, infazı dolmuş tutuklular yeniden cezaevinde tutuluyor. Bu, işkencenin tanımıdır” diyen Doğan, protezli olduğu hâlde spor faaliyetlerine katılmadığı gerekçesiyle tahliyesi ertelenen 78 yaşındaki Delal Tekdemir’i örnek verdi. “Türkiye bu hukuksuzluktan vazgeçmeli, işkence politikaları son bulmalı” dedi.
“Toplum bu açıklamalara artık inanmıyor, somut adım bekliyor”
Sahte belgeler ve yargı skandalları konusunda yapılan açıklamaların kamuoyunu ikna etmediğini belirten Doğan, “Toplum ‘gereken yapılacak’ gibi cümlelere artık inanmıyor. İkna edilmesi gereken bir toplum var. Bu da ancak somut politikalar ve gerçek adımlarla mümkün olur” dedi. Doğan, sürecin siyasi ayağının ortaya çıkarılmasının iktidarın sorumluluğu olduğunu vurguladı.
“Hasta tutuklular meselesi Meclis’in gündeminde olmalı”
Basın toplantısında hasta tutuklular meselesine de değinen Doğan, Türk Tabipleri Birliği’nin Ayşe Varım için hazırladığı “hapiste kalamaz” raporunu hatırlattı. Murat Çalık’ın da hukuka aykırı şekilde cezaevinde tutulduğunu belirten Doğan, “Cezaevi idareleri işkence politikalarını ısrarla sürdürüyor. Bu durum artık vicdanları da yaralıyor. Meclis bu tabloya sessiz kalmamalı” dedi.
“Ender rastlanan bir kavşaktayız”
Ayşegül Doğan, Meclis’te kurulan yeni komisyonun çalışmalarına dair değerlendirmesinde, Türkiye’nin tarihi bir dönemeçten geçtiğini vurgulayarak, “Ender rastlanan bir kavşaktayız” dedi. Komisyonun geç de olsa kurulmasının önemli bir adım olduğunu belirten Doğan, “Toplumun farklı kesimlerini kapsayan, yapıcı, çözüm odaklı ve toplumsal hassasiyetleri gözeten bir çalışma yürütülmesi gerekiyor. Biz DEM Parti olarak, bu sürecin kurucu bir siyasete evrilebilmesi için elimizden gelen tüm katkıyı sunmaya hazırız” ifadelerini kullandı.
Doğan, Meclis’in sahip olduğu tarihsel temsiliyete dikkat çekerek, farklı görüşlerin bir arada tartışılabileceği bir ortamın sağlanmasının önemine işaret etti. Komisyonun yalnızca çatışmalı süreci sonlandırmakla kalmaması, bu sürece neden olan yapısal sorunlara da çözüm üretmesi gerektiğini vurgulayan Doğan, toplumsal barışın ve demokratik dönüşümün ancak ortak mücadeleyle mümkün olacağını dile getirdi. “Eşitlik, kardeşlik, adalet ve özgürlük için önümüzdeki süreçte hep birlikte yürümek zorundayız” dedi.
Doğan'ın açıklamasından öne çıkanlar şu şekilde:
"Değerli Türkiye halkları, ekranları başında her zamanki gibi dikkatlerini bizlere yöneltenler… Gözü, gönlü, kulağı bizimle olan tüm DEM Parti gönüllüleri… Hepinizi DEM Parti adına sevgi, saygı ve dostlukla selamlıyorum.
Dün, Merkez Yürütme Kurulumuz eş genel başkanlarımız başkanlığında toplandı. Saatler süren tartışmalar neticesinde bugün yeniden karşınızdayım. Aslında sürece, komisyona ve benzeri diğer başlıklara geçerek başlamak isterdik. Ancak öyle olmuyor bugün. Çünkü hem çok üzgünüz hem de çok öfkeliyiz
Hemen her gün en az bir kadın hayattan koparılıyor. Kadın cinayetleri nihayetinde, aksi mümkünken yapılmadığı için Meclis’e kadar uzandı. Yani aslında sorumluluk üstlenmesi gereken yerin kalbine kadar geldi. Öyle vahşi bir şekilde geldi, öyle hunharca katledildi ki... Meclis çalışanı Saliha Ozan’ın ardından artık yapılması gereken bellidir: Meclis’in sorumluluk hissetmesi ve hemen kadına yönelik şiddetle mücadele için uygulanmayan yasaları uygulamaya başlamasıdır.
Bakınız, kamuoyu günlerdir bu olayı yakından takip ediyor. İlk kez karşılaşmıyoruz böyle bir durumla. Yine boşanmak istediği bir erkek, yine boşanmak istediği için hayattan koparılan bir kadın... Ve yine ne var? İlgili tüm mercilere yapılmış başvuru.
Şimdi biz bu durumda nasıl “Saliha korunamadı” diyebiliriz? Açıkça söylenmesi gereken şu: Saliha korunmadı. Korunamadı değil, korunabilirdi ama korunmadı. 6284 sayılı yasa kapsamında koruma talebinde bulunuyor. Silah ve ölüm tehditleri aldığını söylüyor. Fiziksel, psikolojik, ekonomik şiddete uğradığının belgelerini ibraz ediyor. Fakat buna rağmen göz göre göre gelen bir cinayet önlenemiyor. “Nasıl önlenemez” diyebiliriz buna? Hayır, önlenmedi. Korunmadığı gibi önlenmedi de. Failler cesaretlendiriliyor ve ellerini kollarını sallayarak böyle hunharca, böyle vahşice cinayetler işliyorlar.
Bu, Türkiye Büyük Millet Meclisi. TBMM, eğer orada çalışan bir kadının aylarca maruz kaldığı şiddeti, yardım çağrılarını görmezden gelip onu koruyamıyorsa, diğer kadınları nasıl koruyacak? Erkek şiddetini önlemeyen, görmezden gelen politikaların açık bir sonucunu dün bir kez daha gördük.
Bu ülkede daha geçen hafta orman yangınları dolayısıyla “hiçbir canlının yaşam hakkı güvende değil” demiştik bu kürsüde. Bugün bunu Saliha Ozan üzerinden konuşuyoruz.
Biz DEM Parti olarak Meclis’i; yaşam hakkını savunan, yaşam hakkına yönelen şiddeti önleyen, bunun için tedbirler geliştiren politikalar üretmeye ve mevcut yasaları uygulamaya; İstanbul Sözleşmesi’ni tekrar hayata geçirmeye davet ediyoruz.
Kadın cinayetleri politiktir. Bunun politik olduğu artık açıkça anlaşılmış durumda. Eğer gerçekten idrak ediliyor ve bu önlenmek isteniyorsa yapılabilecekler mümkündür, aşikârdır. İstanbul Sözleşmesi’yle başlamak, önemli bir başlangıç olabilir.
Yalnızca bu mu? Tabii ki değil. Ülke sapır sapır dökülüyor. Kimse kendini güvende hissetmiyor. Ve artık bu sadece bir hamaset değil; her gün gerçekleriyle bir bir ortaya çıkıyor.
Yeni doğan skandalı… Hatırlarsanız o konuda “skandal demek yetmez” demiştik. Yine göz göre göre gelen bir cinayetten bahsetmiştik. Şimdi başka türlüsüyle, sahte belgelerle ortaya çıkan suç şebekeleri konuşuluyor. Elektronik imzalar, sahte diplomalar, ehliyetler, ruhsatnameler… Bilginiz yok, rızanız yok, hiçbir şekilde haberdar değilsiniz. Ama adınıza düzenlenmiş belgeler var.
Bu iddialar artık sadece iddia olmaktan çıkmış durumda. Yargı süreci başlatıldı, “sonuna kadar gideceğiz” deniliyor ama Türkiye toplumu artık bu açıklamalara inanmıyor, aldanmıyor. Toplumu ikna edin. Nasıl? Somut politikalarla. Koruyucu, önleyici tedbirleri gerçekten aldığınızı göstererek. Siyasi ayağının olmadığını ispatlayarak.
Bu kadar büyük bir suç şebekesinden, bir “network”ten bahsediyoruz. Bunun siyasette bir iz düşümünün olmaması mümkün mü? Bu yapının kiminle ilişkisi olabilir? Olmadığını ispat etmek iktidarın sorumluluğundadır. Bu skandalın siyasi boyutunun ortaya çıkarılması gerektiğine inanıyoruz.
Bu yalnızca hukuki değil, vicdani ve ahlaki sınırları da zorlayan bir skandal. Türkiye Barolar Birliği’nin açıklamasına göre, 6 Şubat depremlerinde yaşamını yitiren bazı avukatların kimlik bilgileri kullanılarak sahte diplomalar düzenlenmiş. Bu ülke ahlaken, vicdanen, etik olarak sapır sapır dökülüyor.
“Dirsek çürüterek, alın teriyle, gerçek diplomayla hak ettikleri yerlere gelmek isteyen gençler bu ülkeden gitmeyi tercih ediyor” diyoruz ya, bu skandal işte onları haklı çıkarıyor. Bu ahlaki çöküşün önünü almazsanız, adil ve demokratik bir hukuk sistemine geri dönmenin büyük mücadeleler gerektireceğini siz de kabul etmek zorunda kalırsınız.
Sahte belgelerle trafiğe çıkanlar, yetimhanelerden öğrenciler, halkın can güvenliğini tehdit eden sahte mühendisler, sahte ruhsatlarla çalışanlar... Bunların hepsi bu çürümüş düzenin felaketleri. Biz bu skandalı münferit bir olay olarak görmüyoruz. Arkasındaki siyasi ve kurumsal bağlantıların deşifre edilmesi gerektiğini düşünüyoruz ve bunun için mücadele edeceğiz.
Hukuk komisyonumuz süreci yakından takip ediyor, suç duyurusunda bulundu. MYK’mız tüm bu başlıkların gölgesinde toplandı. Aynı zamanda hasta tutuklular meselesi de gündemimizdeydi. Türk Tabipleri Birliği'nin raporuna göre Ayşe Varım hapiste kalamaz. Murat Çalık’a yapılan hukuksuzluk, Bolu Cezaevi’nden gelen haberler, infaz süreleri dolmuş tutsakların infazlarının yakılması, işkenceye dönüşen bu politikaların sürdürüldüğünü gösteriyor.
Bu hukuk dışılık artık vicdanları da kanatıyor. “İnfazı yakmak” gibi deyimlerle konuşuyoruz. Bu işkencenin adıdır.
Bunlarla birlikte, komisyon çalışmaları da sürüyor. Biz DEM Parti olarak bu sürecin yapıcı, kapsayıcı, çözüm odaklı bir şekilde ilerlemesi için üzerimize düşeni yapmaya hazırız. Bu Meclis, tarihsel temsiliyet açısından önemli bir döneme tanıklık ediyor. Komisyonun yol haritası hep birlikte belirlenmeli, farklı görüşler tartışılabilmeli.
Bu komisyon yalnızca çatışmalı süreci sonlandırmakla kalmamalı, bu çatışmaya neden olan sorunlara da çözüm üretmelidir. Toplumsal dayanışma, adalet ve demokratikleşme için atılacak adımların takipçisi olacağız.
Ve şimdi, bu eşiğin tam kalbindeyken... Barışmanın yaratacağı olanakları gölgeleyebilecek risklere değil, yeni dönemin kurucu siyasetine odaklanmalıyız. Devlet, iktidar, muhalefet, siyaset ve toplum kendini bu sürece nasıl uyarlayacak, buna kafa yormalıyız.
Bu süreci bir dönüşüm süreci olarak görmek zorundayız. Bu eşik, ancak ortak mücadeleyle, güçlü muhalefetle ve dayanışmayla aşılabilir. Hep birlikte inşa edebileceğimiz eşit, özgür ve adil bir gelecek mümkündür."