Bu çabaların duyurulmasına olumlu ve olumsuz olmak üzere iki yönlü tepkinin oluşması gayet normal bir durum. Ancak mensup olduğu halkının varlığını inkâr bir yana hakaretler yağdırıp aşağılayan ve tehdit eden anlayışlarla birlik olduğunu belirtip bu tarihi çabalara tepki gösteren Arap-Arami kökenlilerin bu tavrı en hafif tabirle ancak devşirme olgusuyla açıklanabilir. Tahmin ediyorum ki en saldırgan tavır devşirme olarak tanımlayacağımız birçok kesimlerden geliyor.
Bu devşirmelerin ve ırkçı reflekslere hareket eden kesimlerin (siyasi parti, siyasi gurup ve etnik kesimler) saldırganlıklarında ilginç olan bir yansa açıklamanın sadece Arap-Arami halklarının demokratik haklarını savunmak amacıyla çalışmalarının kararlaştırıldığıyla sınırlı olmasına rağmen sadece Arap ismine nefret suçları kapsamında değerlendirilecek ırkçı-şoven tahammülsüzlüklerini yansıtmalarıdır.
Devşirme olgusuna vereceğimiz en belirgin örnekler orta Asya’daki Man-kurtlar ve Osmanlı imparatorluğundaki Yeniçeriler olabilir. Her iki örnekteki ortak yan kendi Irklarına, kültürlerine aşırı tepkili ve düşmanca bir algının oluşturulmasıdır. Her ne kadar birinde biyolojik değişikliklerle akil melekelerinin yitirilmesi, diğerinde ise akil melekelerinin yerinde olsa da manipülasyon sonucunda aslına düşman ettirilmesi sebebiyse sonucu değiştirmemektedir.
Osmanlı Devletinde pençik oğlanı, acemi oğlanı veya devşirme oğlanı ifadeleriyle anlatılan ve halk ile Batılılar arasında Hristiyan ailelerin çocuklarının zorla alınarak veya ailesi tarafından satılarak önce köle yapılması, sonra da Osmanlı ordusunda görev verilmesi ve çocukların eliyle ana ve babalarının öldürülmesi şeklinde takdim edilen askerî müessese, Yeniçeri Teşkilâtıdır.
Bu sistemin temeli o çocukları kendi kültürlerine ve aidiyetlerini hatırlatacak tüm değerlere karşı yabancılaştırmak ve duygu olgusundan uzak tutmaktır. Bu duygusuzluk da bu yetiştirilen insanları yarı robotlaştırmak demektir. Yarı robotlaştırılan bu çocuklar koparıldıkları kültür yerine ait olmaya zorlandıkları kültür ve değerler empoze edilirdi. Bu empoze sisteminde koparıldıkları kültür ve değerler aşağılanır ve bu değerler kötülüklerin simgesi oldukları olgusu oluşturuldu.
Devşirilen bu çocukların yaşları düşünüldüğünde bu çocukların koparıldıkları kültürlerini hatırladıkları kolayca net olarak tespit edile bilinir. Aşağılanan bu değerlerin mensubu görünmemek refleksiyle bu çocuklar zamanla koparıldıkları kültüre düşman acımasız ölüm makinelerine dönüşmüştür. Bu anlayışı tarif edebileceğine inandığım bir yeniçeri tabiri “ Taş üzerine Taş, Omuz üzerine baş komayız”dır.
Teşbihte hata olmaz bağlamında, Yeniçeriler Osmanlı döneminin Man - kurtlarıdır diyebiliriz.
Man- kurt tabirini en net şekilde değerlendirebileceğimize inandığım yirminci yüz yılın en büyük romancılarından biri sayılan Cengiz Aytmatov'un, aidiyet ve haysiyetini kaybedenlerin nasıl kendi halklarına yabancılaşıp, düşmanın gönüllü askeri haline gelebileceğini anlatan "Gün uzar yüzyıl olur" adlı romanıdır. Aynı zamanda Sistemin baskısıyla kişinin kendine yabancılaşması sonucunda hem kişiliğini hem de sosyal/kültürel hafızasını kaybetmesi anlamına gelen "Man-kurt" deyimini literatüre kazandırıp, bu tabirin bütün dünya dillerine geçmesini sağlayan kişidir.
Tarihin kaydettiği en acımasız Türk kavmi olarak nam salmış Avarlar Man-kurtlaştırma yöntemiyle köleler edinirlermiş.
Avarlar her fırsatta komşu kabilelere baskınlarda bulunur, yakıp yıkar, ne bulurlarsa yağmalar ve alıp götürdükleri genç tutsakları da Man-kurtlaştırarak ölünceye kadar kendilerine köle yaparlardı.
Man-kurtlaştırma metodu şöyle uygulanırdı; ele geçirilen esirlerin kafaları kazınır ve tek tel kalmayacak hale getirilir. Ardından başlarına ıslak, kalın ve taze deve derisi geçirilir ve çöl sıcağında bir kazığa bağlanarak günlerce bekletilirdi. Sıcaktan gerilen ve gerildikçe kurbanın beynini mengene gibi sıkıştıran deve derisinin verdiği dayanılmaz ağrıyla kurban nadiren de olsa çığlık ata ata ölür, ama çoğunlukla belleğini yitirirdi.
Adını, atasının, anasının adını, yurdunu, dilini, kısacası kimliğini ve ait olduğu tüm değerleri unuturdu. Nereden gelmiştir, niye gelmiştir, ne yapıyordur gibi soruların hiçbirinin cevabını veremez hale gelirdi. Bu hale gelen kişi artık bir Man-kurt olurdu ve serbest bırakılsa bile bir Man-kurt ’un kaçıp gidebileceği bir yer yoktu; sonuna dek Avarların gönüllü kölesi olarak kalmaya mahkûm olurdu.
Man-kurtlar, Avarlar için büyük bir servet, eşsiz birer hizmetçidir. Romanda da anlatıldığı gibi Nayman Ana, Man-kurtlaştırılan oğlunu (Cölaman) kurtarmak için onu arayıp bulur ve adını, atasını, anasını, yurdunu tanımayan oğluna kimliğini hatırlatmak için "sen benim oğlumsun!" diye telkinde bulunur. Derken oğlunun efendisi olan Avar beyi durumdan işkillenir ve Cölaman’a karşısına çıkacak her yabancıyı öldürmesi buyruğunu verir. Ve ilk gün Nayman Ana'yı, yani öz annesini görür ve bir ok atarak öldürür.
Orta Asyalılar arasında yaygın olarak kullanılan bu deyim, çeşitli nedenlerden dolayı bilimsel adı "amnezi" olan bellek yitimine uğrayıp, geçmiş olayları anımsamayan insanları betimler.
Geçmişini, aslını, mensubu olduğu soy ve köklerini unutmuş, insani etik, ilke ve norm anlayışlarına uyması beklenmeyecek derecede köleleştirilmiş kişi anlamına gelen Man-kurt terimini bazı röportaj ve yazılarımın altına ırkçı-nefret yorumları yazan bazılarının yorumunu okuyunca bu terimi hatırlamıştım.
Man-kurt tabiri, İnsanlık tarihinin tartışmasız en vahşi olayını anlatan bu sözcük, öz kültürüne yabancılaşma ile başlayıp, ona düşmanlığa giden asimilasyon sürecini anlatan sosyal psikoloji literatüründe de yer almıştır.
Man-kurt, atasını, anasını, dilini, töresini, yurdunu ve tarihini, bir daha hatırlamamak üzere unutmuştur. Onlara kavuşma isteği duymaz. O artık, her haliyle egemenin bir malıdır ve sahibinden başka herkes için tehlikedir. O kadar ki bir Man-kurt, kendisi için yüreği yanan annesini bile gözünü kırpmadan öldürebilir. Nitekim öyküde bir Man-kurt olan Cölaman, kendisini yıllarca arayıp bulan Nayman Ana'yı bile gözünü kırpmadan öldürmüştür.
İletişim araçlarının toplumun şekillendirilmesi üzerindeki tartışmasız etkinliğinin gücünün kabul edildiği günümüzde, Man-kurtlaştırma olgusu bir öyküden, bir söylenceden öte bir kavramdır. Çünkü bugün bir Avar beyinin develerini gütmekten daha acımasız ve daha kapsamlı amaçlar için kullanılmaktadır.
Man-kurtların genel özelliklerine baktığımızda; bireysel ve ulusal bir kimliklerinin olmadığını, algıda olsa bile belirsiz olduğunu görürüz. İçi boşaltılmış kavramların arasında, boş bir hayat sürerler, yaptıkları hiçbir iş ve savundukları hiçbir görüş kendi akıllarının çıkarımı değildir. Akademisyen, siyasetçi, yazar-çizer, sanatçı, Aydın, aktivist kimlikleri altında görünseler bile Ruhlarını yitirmiş, korku zincirinin bir halkası olmuşlardır. Sahiplerine koşulsuz bağlı, sadık birer uşaktırlar.
Mankurtların en acınası yanı, geri dönüşümlerinin mümkün olmamasıdır. Anlayacağınız bu marazın tedavisi yok. Bu yüzden öyküde -annesi bile olsa- kendisine kimliğini hatırlatan nesneyi düşünmeden yok eden mankurtlar, günümüzde de kendisini düşünmeye sevk edecek kişi ve kurumlara karşı düşmanca bir tutum içine girerler. Kendilerine soru yöneltilmesinden nefret eder, dahası eleştiriden zerre hazzetmezler.
Günümüzde metot değişse de Man-kurtlaştırma sürecinde hedef aynıdır. Asimilasyon politikalarıyla Man-kurtlaştırılanlar kendi halkına saldırtılır. Bu durumda Man-kurt, rahatlıkla kendi halk, dil, din, tarih, kültür ve coğrafyasına karşı korkuya dayalı bir husumet besleyebilir.
Günümüz Man-kurtlarının, hafızası tahrip edilmiştir. Dolayısıyla aidiyetlerini ve haysiyetlerini de kaybetmişlerdir. Bu duyularını kaybedenlerin ne yapacağı, nereye savrulacağı, nereye gideceği kestirilemez.
Yeni yöntemlerle yeni Man-kurtlar ve yeni Yeniçerilerin devşirilmeyeceği bir gelecek diliyorum.