Bu kavram birçok kadının yaşadığı; sürekli güçlü olma, duygusal zayıflık göstermeme ve her şeyi tek başına başarma baskısını tanımlamakta kullanılıyor. Peki biz kadınlar olarak bu “güçlü kadın pelerinini” ne zaman giymeye başladık?
Sanırım bu kadın ve toplumun inşasından bu yana gizli bir anlaşma olarak hep vardı. Toplumsal roller ve beklentiler kadına sürekli; “duygularını bastır, başkalarının ihtiyaçlarını daha önde tut, tüm yükleri tek başına taşı ve bu imajı sürdür” diye fısıldadı ve kadın çalışma hayatına da katıldıktan sonra giydiği bu pelerinle kendini daha sıkı sarmaladı. Çünkü artık kadın gerek tacize uğramamak, ciddiye alınmak için gerek yorgunluğunu belli etmemek, düşmemek için ve gerekse yardım istememeye, durmadan koşturmaya yapılan övgüler nedeniyle daha güçlü olmak zorundaydı. Üstelik tüm bunları yaparken hayatta üstlenmesi gereken başka roller ve sorumluluklar da vardı
İş dünyasında rekabet edecek; evde düzeni sürdüren kusursuz bir anne, ilgili bir eş ve aynı zamanda anlayışlı bir evlat olacak ve tüm bunlardan kendine sıra gelirse bir de bakımlı, güzel, hoş, uyumlu bir kadın olacaktı. Sanki bu kadar role tek bedende, tek günde sığmak kolaymış ve de zorundaymış gibi…
Ve her cephede aktif şekilde mücadele etmesi beklenen kadına, normalin bu olduğu aşılanınca kadın her durumda güçlü görünmeye, yardım istemekten kaçınmaya, duygularını bastırmaya ve kırılgan görünmekten korkmaya başladı.
Güçlü kadın pelerini kadının omzuna; “her şey kontrol altında tutmalısın, kimseye ihtiyacın yok, duygularını paylaşmamalı, yardım istememelisin, insanların beklentilerini karşılamalısın” yüklerini bildirdikçe, bu kadınlar; ağlayınca suçluluk duymaya, dinlenmek isteyince tembellik yaptığını sanmaya, yoruldum dedikçe nankörlükle suçlanmaya başlandı. Bir noktadan sonra düzeni sürdürmek için hissetmeden yaşamayı öğrenen kadın yıkılmamak için “duvarlar” inşa etti. Yakınlıktan korkmaya, duygusal mesafeler örmeye ve yorgunluk tükenmişlikle beraber içsel bir yalnızlıkla o duvarın ardında bir başına kaldı.
Sanırım kadının var olma aktif olma mücadelesi yanlış anlatıldı ve yanlış anlaşıldı. “Sen çok güçlüsün” naraları, alkışları bir dönem için itiraf etmeliyim ki benim de hoşuma gitti ve bunu belki de hala taşıyor olurdum; güçlü kadın olmaya ikna edilmiş ve uzunca zaman bu rolün hakkını vermiş bir kadın olarak günün sonunda kendimi öfkeli, mesafeli, yorgun ve stresli bulmasaydım eğer… Halbuki normali yaşamak için niye bu kadar güçlü olmalıyız ki?
Ben kırılganım, duygusalım. Mükemmel olamam, her şeyi kontrol edemem. Yorulurum, yardıma ihtiyaç duyarım. Başkaları için kendimi feda edemem. Benim de doldurmam gereken bardağım, yaşamam gereken bir tane hayatım var. Sarılmaya, yaslanmaya, soluklanmaya, yavaşlamaya ihtiyacım var.
Biz güçlü kadın olmayı büyük bir devrim zannettik ama bugün benim için bu pelerini çıkarıp, güçlü görünmekten vazgeçip, “hayır ben sadece insanım, kadınım ve insanca, kadınca yaşamak istiyorum” demek daha büyük bir devrim.
Umarım başarılı olurum umarım bunu okuyan ve dileyen her kadın başarılı olur.