Mükemmeliyetçilik pozitif bir çağrışım yapması açısından bir çoğumuz için bir avantaj hatta güçlü bir özellik gibi görünür. Disiplinli olma, sorumluluk bilinci edinme ve hedef odaklılık açısından sahiden olumlu bir özellik olarak varsayılsa da bugün biraz mükemmeliyetçiliğin” öteki yüzünü” konuşmak istiyorum.
Mükemmeliyetçi özünde korku, yetersizlik duygusu, utanç ve onay arayışından beslenir. Mükemmeliyetçi insanlar başta kendilerine bunu yapmakla birlikte genelde” eleştireldir”. Hataları büyütür, başarıları küçümser. O “mükemmel olma” algısı beraberinde “erteleme davranışını” da doğurur çünkü mükemmeliyetçiler bir işi ya en iyi şekilde yapmalıdırlar ya da en iyisi olana kadar ertelerler, kaçarlar ve nihayetinde hiç yapmazlar. Bu bitmek bilmeyen kusursuz olma isteğinin altında aslında derin bir yetersizlik korkusu saklıdır. Bir şeyleri tam yapmadığında değerinin azalacağı, sevilmeyeceği, hatalarının yüzüne vurulacağı ve başarısız olacağı endişeleri kişiyi sürekli tetikler ve nihayetinde stresli, kaygılı ve günün sonunda dikiz aynasından bakmaktan esas yolu yani hayatı kaçıran bir insan türer.
Onları nasıl mı bu kadar iyi tanıyorum?
Ben de kronik bir mükemmeliyetçiydim. Dozunda ve yararıma kullanmak şartıyla hala öyleyim ama bu yönümle barıştım. Çünkü fark ettim.
Yetersizlik dürtümün özgüvenimi zedelediğini, başarısızlık korkumun yeni deneyimlerime engel olduğunu ve nihayetinde ertelediğim veya korkuyla yapmadığım birçok şeyin hayatı kaçırmama neden olduğunu fark ettim.
Hayatta her şey zıddıyla var ve günlük yaşam hatalar, noksanlar, gecikmelerle dolu...
O halde içindeki olumsuz frenleri susturup sormak lazım. “Eleştirseler ne olur, yetersiz olursam ne olur?”. Yine yaparım. Mükemmel olmasa da “iyi” olur ama yaparım. Çünkü deneyimlemek hiç yapmamış olmaktan daha kıymetlidir.
Belki de kendimize artık şu izni vermemiz gereklidir:
Elimden gelen bu ve şu an için yeterli.