ÖZEL HABER

Diyarbakır için geç kalmış bir çağrı

Diyarbakır, 1930’larda Hermann Jansen’in “bahçe şehir” vizyonuyla insan ölçeğinde, yeşil kuşaklarla çevrili bir kent olarak planlanmıştı. Ancak 1950 sonrası kontrolsüz göç, modernist “makine şehir” anlayışı ve plansız betonlaşma, Suriçi’ni koruyan o kadim surları bir sınır değil, bir kuşatma hattına dönüştürdü. Bugün Diyarbakır, geçmişte yarım bırakılan bu vizyonu hatırlayıp niceliksel büyümeden niteliksel dönüşüme geçme eşiğinde duruyor.

Abone Ol

DİYARBAKIR HABER- Diyarbakır’ın eski hava fotoğraflarına bakıldığında, Suriçi’nin modern betonlaşma tarafından henüz kuşatılmadığı, bazalt surların bir sınırdan öte kenti bir mücevher gibi koruduğu vakur bir şehir silueti görülür. Surlar, kentin hem fiziksel hem de kültürel çeperini belirlerken; şehir, insan ölçeğinde, nefes alabilen ve tarihsel sürekliliğini koruyan bir yapıya sahipti.

Ancak 1950’li yıllardan itibaren hızlanan kontrolsüz göç, plansız kentleşme ve kısa vadeli imar kararları, Diyarbakır’ı ne yazık ki geri dönüşü zor bir beton denizine hapsetti. Bugün gelinen noktada, kentin en kadim hafızası olan Suriçi, korunması gereken bir merkez olmaktan çıkıp, çevresindeki yoğun yapılaşmanın baskısı altında kalmış bir ada haline dönüştü.

Unutulan Bir Vizyon: Hermann Jansen ve Bahçe Şehir Diyarbakır

Oysa Diyarbakır için doğru başlangıç, Cumhuriyet’in erken döneminde yapılmıştı. Ankara’nın planlayıcısı olan Alman şehir plancısı Hermann Jansen, 1930’lu yıllarda Diyarbakır için iklimsel koşulları, topografyayı ve tarihsel dokuyu esas alan bütüncül bir şehir planı hazırladı.

Jansen’in Diyarbakır vizyonu;

Surlar etrafında kesintisiz bir yeşil kuşak oluşturulmasını,

Mezopotamya sıcağına uygun, hava sirkülasyonu sağlayan geniş ve serin bulvarları,

Az katlı, bahçeli ve insan ölçeğinde bir yerleşim dokusunu,

Tarihi merkez ile yeni yerleşimlerin çatışmak yerine birbirini tamamlamasını öngörüyordu.

Bugün Urfa Kapı ile İstasyon arasındaki geniş aks, bu vizyondan geriye kalan nadir izlerden biridir. Ne yazık ki bu plan, kararlılıkla uygulanmadı; kısa vadeli ihtiyaçlar ve rant odaklı yaklaşımlar, uzun vadeli şehircilik aklının önüne geçti.

Makine Şehir Yanılgısı ve Diyarbakır’ın Kaybı

1950 sonrası dünyada etkili olan Le Corbusier merkezli modernist şehircilik anlayışı, kenti yaşayan bir organizma değil, işleyen bir makine olarak ele aldı. Bu yaklaşım, Diyarbakır gibi çok katmanlı tarihi kentlerde yıkıcı sonuçlar doğurdu.

Ofis ve Bağlar başta olmak üzere gelişen dikey, yoğun ve düzensiz yapılaşma;

Suriçi ile yeni kent arasında fiziksel ve kültürel kopuşlar yarattı,

Kamusal alanları azalttı,

Sokak kültürünü ve mahalle yaşamını zayıflattı,

Kenti sosyal olarak parçalanmış bir yapıya sürükledi.

Bugün Diyarbakır’ın karşı karşıya olduğu temel sorun, sadece yapı yoğunluğu değil; şehir kimliğinin aşınmasıdır.

Başka Bir Diyarbakır Mümkündü – Hâlâ Mümkün mü?

Diyarbakır, farklı bir şehircilik modeliyle büyüyebilirdi. Hâlâ da büyüyebilir. Uydu kentler modeli benimsenerek, kentin yükü tek bir merkezde toplanmak yerine; tarihi merkeze güçlü ulaşım akslarıyla bağlı, kendi sosyal ve ekonomik merkezleri olan yerleşimler kurulabilirdi. Böylece Suriçi, bir yaşam alanı olmaktan kopmadan, korunarak geleceğe taşınabilirdi.

Jane Jacobs’un savunduğu; karma kullanımlı, sokak temelli, mahalle ölçeğini esas alan şehircilik anlayışı benimsenmiş olsaydı, yeni Diyarbakır tarihi merkezle kavgalı değil, onun çağdaş bir devamı olurdu.

Belediyelere ve Karar Vericilere Açık Çağrı

Bugün Diyarbakır artık niceliksel büyümenin sınırlarına dayanmıştır. Yeni imar alanları açmak, daha fazla beton dökmek ve yüksek katlı yapılarla “gelişmişlik” algısı yaratmak, kentin sorunlarını çözmemektedir. Bu nedenle başta büyükşehir ve ilçe belediyeleri olmak üzere, tüm karar vericilere çağrımız nettir: Suriçi ve sur çevresi, ticari ve rant odaklı müdahalelerden kesin biçimde arındırılmalı; bilimsel, katılımcı ve şeffaf bir koruma planı uygulanmalıdır.

Kentsel dönüşüm, yalnızca yapı yenileme olarak değil; sosyal, kültürel ve ekonomik rehabilitasyon olarak ele alınmalıdır.

Yeni yerleşim alanlarında insan ölçeği, mahalle kültürü ve kamusal alanlar esas alınmalıdır.

Meslek odaları, üniversiteler ve sivil toplum sürece gerçek anlamda dahil edilmelidir.

Diyarbakır’ın iklimi, coğrafyası ve tarihsel kimliği, tüm planlama süreçlerinin temel referansı haline getirilmelidir.

Son Söz Yerine

Diyarbakır, Mezopotamya’nın kalbinde, Dicle ile surlar arasında şekillenmiş binlerce yıllık bir şehir. Bu kentin geleceği, geçmişi yok sayarak değil; onu anlayarak ve ondan öğrenerek kurulabilir. Bugün atılacak doğru adımlar, yarının Diyarbakır’ını belirleyecek. Bu çağrı, bir nostalji değil; şehir adına gecikmiş bir sorumluluk hatırlatmasıdır.