ÖZEL HABER

Diyarbakır’da 75 yıllık usta anlatıyor: Eskiden az kazanırdık ama bereket vardı

Diyarbakır sanayisinin yaşayan efsanesi Nizamettin Aya, 75 yılı aşkın meslek hayatında çıraklıktan ustalığa, karbüratörden bilgisayarlı sistemlere uzanan bir döneme tanıklık etti. “Eskiden bir ön düzen bir haftada yapılırdı ama kazandığımız para bereketliydi” diyen Aya, bugünün sanayisinde en büyük sorunun “ustalık ruhunun kaybolması” olduğunu söylüyor.

Abone Ol

DİYARBAKIR HABER- Diyarbakır 1. Sanayi Sitesi’nin en eski ustalarından biri olan 85 yaşındaki Nizamettin Aya, çocuk yaşta başladığı meslek hayatında 75 yılı geride bıraktı. Araba tamirinin çekiç ve mengene ile yapıldığı yıllardan bugünün dijital sistemli araçlarına kadar her dönüşümün tanığı olan Aya, geçmişle bugünü kıyaslarken hem mesleki hem insani değerlerin nasıl değiştiğini anlattı.

“Eskiden ustasına saygı duymayan çırak sanayide tutunamazdı” diyen Nizamettin Usta, günümüzde gençlerin meslekten çok “kolay para kazanma” peşinde olduğunu belirtiyor. Aya’ya göre, bir şehrin gelişmişliğinin ölçüsü sadece binalar ya da yollar değil; o şehirde yetişen ustaların emeği, ahlakı ve üretkenliğidir.

“Matematikten Sanayiye Uzanan Bir Ömür”

Ustam, öncelikle sizi tanıyalım. Nizamettin Aya kimdir, nerede doğdu, çocukluğu nasıl geçti?

Ben 1935 yılında Diyarbakır’da doğdum. Abim memurdu, görevi nedeniyle çocukluğumun ilk yıllarını Mardin’de geçirdim. İlkokul ve ortaokulu orada okudum. Lise birinci sınıftayken babam vefat etti, o andan sonra da hayat mücadelesi başladı.

Tamircilikle yolunuz nasıl kesişti?

Bu işin temelinde amcamın oğlu var. O hem ustamdı hem de beni mesleğe kazandıran kişidir. Benim matematiğim iyiydi, o da hesap-kitap işlerinden anlayan birine ihtiyaç duyuyordu. O dönemlerde mikrometreler yeni çıkmış, ölçüm sistemi metrik düzene yeni geçilmişti. Ben de o ölçümleri, krank hesaplarını gözle ve kafadan kolayca çıkarabiliyordum. Ustam “bu çocuk bu işi yapar” dedi ve böylece 1951 yılında sanayiye adım attım.

O dönemde tamirhaneler bugünkü kadar uzmanlaşmış mıydı?

Hayır, hiç değildi. O zamanlar her türlü vasıtanın tamirini biz yapardık. Motosiklet, traktör, biçerdöver, kamyon, tır, hatta deniz otobüsleri... Hepsine elimiz değdi. Her işten anlar, her işi öğrenirdik. Yani ustalık çok yönlüydü.

“Diyarbakır’da olmayan bir yenilik getirmem lazımdı”

Peki Diyarbakır’a dönüşünüz nasıl oldu?

1963 yılıydı. Uzun süre ustamın yanında çalıştıktan sonra, geçim derdi nedeniyle şirketlerde de çalıştım. Ama içimde hep kendi işimi kurma isteği vardı. Abimin desteğiyle Diyarbakır’a döndüm ve dedim ki: “Bu şehre bir yenilik getirmem lazım.”

O yenilik neydi?

O dönem Diyarbakır’da ön düzen cihazı yoktu. Ustama danıştım. “Ya bir ön düzen cihazı getir ya da rektefiye makinesi al” dedi. Ben de İstanbul’a gittim, denk geldi, bir rot ayar cihazı buldum. Böylece 1963’te Sur içinde ilk dükkânımı açtım. O garaj şimdi yok, yerinde aile sağlığı merkezi var. Zamanla işler büyüdü, 1980’de 1. Sanayi Sitesi kurulduğunda da ilk üyelerinden biri oldum.

Yani Diyarbakır’daki sanayi kültürünün oluşumunda birebir vardınız.

Evet, birebir. İlk kurayla dükkan sahibi olanlardan biriyim. O günden bu yana 45 yıldır aynı yerdeyim. Bu süre içinde hem meslek değişti, hem insanlar. Ama zanaatkâr olmak değişmedi. Bizim kuşak, mesleğe gönül vermeden iş yapmazdı. Şimdi durum biraz farklı.

“Eskiden bir ön düzen bir haftada yapılırdı, ama kazanılan para daha bereketliydi”

– Ustam, o dönemle bugünü karşılaştırdığınızda en büyük fark sizce ne?

Bakın, 60 yılın hikâyesinden bahsediyoruz. Bizim zamanımızda tamir işi zordu ama kazanç bereketliydi. Mesela o dönemde “rotil” yoktu. Onun yerine 7-8 tane dişli pim vardı, hem içten hem dıştan dişli. Bir ön düzen tamiri bir hafta sürerdi ama o işten bir haftalık kazanç çıkardı. Bugün 20 tane araç yapıyorum, yine dükkânın masrafını zor çıkarıyorum. Çünkü sistem değişti, parça değişti, müşteri alışkanlığı değişti.

O zamanlar araç sayısı da azdı sanırım?

Çok azdı. Şehrin içindeki arabaları ezbere bilirdik. Kimin arabası, şoförü kim, plakası ne… hepsini tanırdık. Şimdi ise sanayide yer bulamıyorsun, araçtan geçilmiyor. Ama şunu da söyleyeyim, o eski dönemin bir güzelliği vardı: ustalığın değeri büyüktü. Bugün teknoloji çok, ama ustalık ruhu az.

“O zamanlar ustalarına saygı vardı, şimdi ‘ben cıvata sökebiliyorum’ diyen dükkan açıyor”

Peki bugünün sanayisinde sizi en çok ne üzüyor?

En büyük sorunumuz eğitim noksanlığı. Meslekî eğitim hiçbir zaman sağlam temele oturtulmadı. Eskiden usta-çırak ilişkisi kutsaldı. Bugün bir çocuk iki yıl bir yerde çalışıyor, sonra diyor ki “ben artık usta oldum, dükkân açarım.” Halbuki ne denetim var, ne teknik bilgi. Bu da hem mesleği zedeliyor, hem müşterinin güvenini.

Sizce bu değişimin nedeni ne?

Birincisi, eğitim sisteminin kopukluğu. 4+4 sistemiyle birlikte çıraklık bitti. Bir çocuğun çırak olabilmesi için en azından 12–13 yaşında başlaması gerekir. Ama şimdi 15 yaşına kadar okuyor, geldiğinde hem hevesi kalmamış oluyor hem de buluğ çağında “ustama kafa tutan” bir yapıya bürünüyor. Böyle olunca, öğrenme kültürü yerini saygı eksikliğine bırakıyor.

“Çıraklar ne eğitim görüyor ne terbiye… Usta laf söyleyemiyor artık”

Siz hâlâ çırak yetiştiriyor musunuz?

Evet ama çok zor. Şimdiki çocuklar kolaycılığa alışmış. Dediğini yapmıyor, hatta laf bile dinlemiyor. Bakın, bir örnek vereyim: dükkanda su içtiğim büyük bardağı çöpe atmış bir çırak. “Neden attın?” dedim. “Kirlendi usta,” dedi. Evde kirli bardak yıkanır ama burada çöpe atıyor. Çünkü düşünmüyor. Birine “tuvaleti temizle” diyorsun, “ben mi yapacağım?” diyor. Böyle bir kültürle çırak yetişir mi?

Eğitim dışında başka ne tür zorluklar var?

Şimdi çırak haftada üç gün okula gidiyor, dört gün çalışıyor. Cumartesi-pazar çalıştıramıyorsun. Asgari ücretin üçte ikisini istiyor, bir de iş güvenliği mühendisi kaydı zorunluluğu var. Devlet destek veriyor diyorlar ama o da kâğıt üstünde kalıyor. Böyle olunca çırak çalıştırmak neredeyse zarar haline geliyor. Halbuki biz geçmişte sırf “çocuk kötü yola düşmesin” diye çırak alırdık. Hatta bir ara komşuma “haftalığını da ben vereyim, yeter ki bu çocuk dağa çıkmasın” dediğimi bilirim.

“Sigara içen çırak hırsız olur, çünkü ihtiyacını başka yoldan karşılar”

Usta-çırak ilişkisinde disiplin sizin için çok önemli gibi.

Kesinlikle. Benim dükkânda sigara içmek yasaktır. Büyük ustalar bile sigara içmez. Çünkü sigara alışkanlığı kötü bir alışkanlıktır; insana dilenmeyi öğretir. Bir sigara isteyen adam kolay verir, ama kimse ekmek istemez. Bu yüzden ben çıraklarımın karakterini sağlam yetiştirmeye çalışırım. İyi usta önce insan yetiştirir, sonra meslek öğretir.

“Sanat elden gidiyor, ama umudum gençlerde”

Tüm bu zorluklara rağmen, hâlâ işinizin başındasınız. Nedir sizi ayakta tutan şey?

Mesleği sevmek. 75 yıldır anahtarı elimden bırakmadım. Çünkü bu iş sadece para kazanmak değil, bir yaşam biçimi. Eskiden biz işi sevmeden yapmazdık, şimdi çoğu kişi mecburiyetten yapıyor. Ama yine de umudum gençlerde. Birkaç hevesli çocuk var, onları görünce içim ferahlıyor. Benim tek dileğim, bu zanaatın ölmemesi. Çünkü sanayi, bir şehrin kalbidir.

“Bir ustanın en büyük eseri, yetiştirdiği çıraktır. Bizim dönemimizde el öpülerek işe başlanırdı, şimdi telefonla izin isteniyor. Ama ne olursa olsun, ben hâlâ işimi seviyorum. Çünkü demir soğuk olsa da, gönül sıcak kalıyor.”