ÖZEL HABER

Diyarbakırlı terzi Ali Aktaş 57 yıllık meslek hikâyesini anlattı

Diyarbakır doğumlu terzi Ali Aktaş, 1967’den bu yana sürdürdüğü meslek hayatında üç farklı ustadan çıraklık, kalfalık ve ustalık dönemleri geçirdi. Bir dönem Halk Eğitim Merkezi’nde “usta öğretici” olarak yeni terziler yetiştiren Aktaş, bugün ise oğluyla birlikte ayakta kalma mücadelesi veriyor.

Abone Ol

DİYARBAKIR HABER- Diyarbakır’ın en eski terzilerinden biri olan Ali Aktaş, 1957 yılında başladığı meslek hayatında yarım asrı aşkın bir süre boyunca binlerce takım elbise dikti, sayısız çırak yetiştirdi.

Şehrin eski çarşı kültürünü, ahilik geleneğini ve “terzilik bir sanattır” anlayışını bugün hâlâ yaşatmaya çalışan Aktaş, hazır giyimin yükselişiyle mesleğin geldiği noktayı “Artık terzilik komada” sözleriyle özetliyor.

Yenişehir ilçesindeki eski pavyonlar sokağındaki mütevazı atölyesinde hâlâ her sabah makinesinin başına geçen 70 yaşındaki Aktaş, “Bizim kuşak kahveye değil tezgâha otururdu. Terzilikte sabır, dürüstlük ve emeğin karşılığı vardı. Şimdi o kültür kayboldu,” diyerek hem geçmişe hem bugüne ışık tutuyor.

Ali Usta, sizi tanıyarak başlayalım. Terzilikle tanışmanız nasıl oldu?

Ben 1955 Diyarbakır doğumluyum. Babam çiftçiydi. Küçüklüğümden beri çalışmayı severdim. İlkokuldan sonra “bir sanat öğren” dedi. Önce soğuk demirciliğe girdim, sonra elektrikçiliğe. Ama nasip terzilikmiş. 1967 yılında, Lice Caddesi’ndeki bir kadın terzisinde çırak olarak başladım.

İlk görevim iplik takmak, masayı silmekti. O zaman makineye oturmak, ustanın izniyle olurdu. Dikiş öğrenene kadar ellerim iğne batmasından delik deşik oldu ama pes etmedim.

İlk diktiğiniz elbiseyi hatırlıyor musunuz?

Nasıl hatırlamam! İlk pantolonumu gizlice diktim. Ustam o sırada dışarıdaydı. Ölçü aldım, kalıbı çıkardım, diktim. Usta geldiğinde pantolonu görünce şaşırdı. “Bunu sen mi diktin?” dedi. “Evet,” dedim. Gözlerime baktı, “Sen bu işi yaparsın evlat,” dedi. O cümle benim ustalığa giden yolumun ilk adımı oldu.

O dönem Diyarbakır’da terzilik nasıl bir meslekti?

Terzilik altın dönemindeydi. 1970’lerde Diyarbakır’da 1000’den fazla terzi vardı. Her mahallede bir terzi bulunurdu. İnsanlar bayram öncesi sıraya girerdi. Kumaşlar alınır, ustaya teslim edilirdi. Biz de sabaha kadar diker, ütülerdik. Cumartesi günü kesim yapılır, perşembe teslim edilirdi. Herkes sözünde dururdu. Usta “Cuma teslim” dediyse, o söz senetti.

Şimdi tablo nasıl?

Şimdi o günlerden eser yok. Eskiden haftada 20 takım dikerken, şimdi ayda 2 sipariş zor alıyoruz. Hazır giyim her şeyi değiştirdi. Fabrikalar, zincir mağazalar küçük esnafı bitirdi. Çırak yok, kalfa yok. Eskiden yanımda 3 kişi çalışırdı, şimdi oğlumla birlikteyim.

Çırak yetişmemesinin sebebi ne sizce?

Sabır kalmadı evladım. Terzilik sabır ister, oturmayı, dinlemeyi öğretir. Gençler kolay para istiyor. “Sigortam olsun, maaşım yatsın” diyorlar. Bizim meslek öyle değil. Bizim meslek yürek işi. Terzilik sadece el değil, gönül işidir. Şimdi telefon elinden düşmüyor gençlerin. Bizim zamanımızda makas düşmezdi elimizden.

Ustalık döneminizde çıraklarınızı nasıl yetiştirdiniz?

Ben çırak yetiştirirken önce insan olmayı öğrettim. “Eline, beline, diline sahip ol” derdim. O, ahiliğin özüdür. İşini temiz yap, müşteriyi kandırma, parayı helal kazan. Benim yanımda yetişenler şimdi Almanya’da, İstanbul’da kendi terzihanesini açtı. Gurur duyuyorum. Onlar benim izimi taşıyor.

Terzilik sizin için ne ifade ediyor?

Terzilik benim kimliğim. Benim için sadece meslek değil, bir yaşam tarzı. Her dikişte bir dua vardır. Her ilmekte sabır. Benim için “terzi olmak”, insanın hayatını dikmek gibidir. Hata yaparsan, söküp yeniden dikersin ama o iz kalır. Hayat da öyledir.

Bugün ekonomik kriz, yüksek kiralar, hazır giyim... Bütün bunlara rağmen niye bırakmadınız?

Çünkü bu makine benim nefesim. Sabah dükkânı açıp makinenin sesini duymadan huzur bulamıyorum. Benim için terzilik ibadet gibi. Zor olsa da bırakmak içimden gelmiyor. Müşterilerim gelir, bir çay içeriz, muhabbet ederiz. Bu kültürün yaşaması için burada olmam lazım.

Peki, bugünün gençlerine, meslek seçmek isteyenlere ne söylersiniz?

Gençler, masa başı iş hayaliyle ömür tüketmesin. Sanat her zaman yaşar. Bir iğneyle, bir makasla da ekmek yenir. Kendinize güvenin. El emeğinin değeri hiçbir zaman bitmez. Ben 57 yıldır aynı sandalyede oturuyorum ama hâlâ gururla “Ben terziyim” diyebiliyorum.

Devletten, belediyeden veya meslek odalarından beklentiniz var mı?

Var elbette. Küçük esnafın nefes alması lazım. Elektrik, kira, vergi yükü çok ağır. Zincir mağazalar her 50 metrede bir şube açıyor. Bizim önümüzü tıkıyor. En azından belirli bir mesafe kuralı olmalı. KOSGEB veya belediyeler faizsiz destek verse, birçok usta yeniden işine döner. Bizim gibi zanaatkârlar sadece esnaf değil, bu şehrin belleğiyiz.

Son olarak, 57 yıllık bir terzi olarak bugüne dair ne hissediyorsunuz?

Hüzün ve gurur karışık. Çünkü bir yandan mesleğim bitiyor, diğer yandan hâlâ makas tutabiliyorum. Terzilik benim için sadece iş değil, bir ömürlük hikâye. Ben öldükten sonra da bu dikişin izi kalacak. Kumaş değişir, moda değişir ama emek asla ölmez.

Dikiş makinesinin tıkırtısı arasında konuşan Ali Aktaş’ın sesi, sadece bir ustanın değil, bir dönemin sesidir. Hazır giyimin hızına karşı, yavaş ama sabırlı bir direnişin sembolüdür. O, iğnesiyle sadece elbiseleri değil, Diyarbakır’ın zanaatkâr ruhunu da dikmeye devam ediyor.