ÖZEL HABER

İsrail-İran savaşı Türkiye'deki süreci daha da hızlandırır mı?

Türkiye, “Terörsüz Türkiye” adıyla yeni bir sürece adım atarken, bölgede yaşanan İsrail-İran savaşı, bu sürecin seyrini nasıl etkiler? Sürecin Diyarbakır’a, bölgeye ve Türkiye ekonomisine katkısı ne olur? Yeni anayasa çalışmaları bu süreçle nasıl bağlantılı? Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Vahap Coşkun ile tüm bu başlıkları kapsamlı bir şekilde konuştuk.

M. Sait BAYRAM / özDİYARBAKIR -Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Vahap Coşkun ile Terörsüz Türkiye süreci, İsrail-İran savaşı ve yeni anayasa çalışmalarını konuştuk.

Hocam, malumunuz yaklaşık iki haftadır İsrail-İran savaşı gündemde. Bugün her ne kadar ateşkes ilan edildiği konuşulsa da bu savaşın, Türkiye’de başlatılan ‘Terörsüz Türkiye’ sürecine bir etkisi olur mu? Öncelikle buradan başlayalım isterseniz.

Coşkun: “Bu savaş elbette çok önemli. Bölgedeki dengeleri değiştirme potansiyeline sahip. İlk başta bu savaşın sürece olumsuz etkisi olabileceği düşünülüyordu. Hatırlarsanız daha önceki çözüm süreci Suriye’deki iç savaştan ciddi şekilde etkilenmişti ve bu, sürecin sonlanmasında kritik rol oynamıştı. Ama bu savaşın mevcut sürece olumsuz değil, aksine olumlu yansıdığını söyleyebilirim. Çünkü hükümet bu süreci başlatırken, bölgenin bir ateş çemberine döndüğünü ve Türkiye’nin bu ateşten etkilenmemesi için ilk cepheyi tahkim etmesi gerektiğini vurguluyordu. İsrail-İran savaşı, hükümetin bu okumasını teyit eden bir gelişme oldu. Dolayısıyla bu süreç daha da hızlandırılmalı düşüncesi yaygınlaştı. Çünkü bölgedeki bu tür krizler, olası olumsuz etkileri bertaraf etmek için sürecin daha kararlı ve hızlı ilerlemesini gerektiriyor.”

Devlet Bahçeli’nin çağrısıyla başlatılan bu süreçte hükümet, PKK’nın silah bırakmasını temel şart olarak öne sürüyor. Daha önceki çözüm sürecinde bu adımlar anayasal değişikliklerle paralel yürütülüyordu. Bu kez ise doğrudan ‘silah bırak’ çağrısı yapıldı. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Coşkun: “Evet, bu çok dikkat çekici bir farklılık. 2013-2015 çözüm sürecinde süreç daha çok eş zamanlı bir şekilde ilerliyordu. Bir tarafta PKK’nın silahsızlanması, diğer tarafta Türkiye’nin demokratikleşme adımları vardı. Ancak bu yeni süreçte önce PKK’nın tamamen silah bırakması, ardından siyasi ve hukuki adımların atılması gerektiği yönünde bir yaklaşım var. Uluslararası çözüm süreçlerine baktığımızda genellikle en son atılması gereken adım olan silah bırakma burada başa alınmış durumda.

Taraflar arasında bu konuda bir mutabakat sağlandığını görüyoruz. Bu süreçte özellikle dağdan iniş ve silah bırakmanın Ekim ayına kadar tamamlanması hedefleniyor. Sonbaharda Meclis’in yeni yasama döneminde ise buna uygun yasal düzenlemelerin yapılması planlanıyor.”

Hocam, bu sürecin ekonomik boyutu da çok tartışılıyor. Özellikle Diyarbakır ve bölge ekonomisine katkıları konuşuluyor. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?

Coşkun: “Ekonomik boyutu kesinlikle göz ardı edilemez. 41 yıldır süren bu çatışmanın Türkiye’ye doğrudan ve dolaylı maliyetinin 4 trilyon dolara yaklaştığı ifade ediliyor. Bu sadece doğrudan güvenlik harcamaları değil, turizm gelirlerinin kaybı, yatırımların gelmemesi, altyapı ve eğitim hizmetlerinin aksaması gibi çok geniş bir alanı kapsıyor.

Diyarbakır’a özel bakarsak, huzur ortamının sağlandığı dönemlerde nasıl bir gelişme yaşandığını gördük. Turizm canlanıyor, ticaret artıyor. Eğer kalıcı bir barış tesis edilirse Diyarbakır ve bölge hem tarımda hem sanayide hem de turizmde ciddi bir kalkınma hamlesi gerçekleştirebilir. Bu, sadece bölgenin değil, Türkiye ekonomisinin geneli için de büyük bir kazanç olur.”

Malumunuz, son 7-8 yıldır PKK'nın Türkiye içinde silahlı bir eylemi yok. Bu durum sürecin ön hazırlığı gibi okunabilir mi?

Coşkun: “Bu kesinlikle doğru bir gözlem. Çatışmaların en yoğun yaşandığı dönem 2015-2016’daki hendek-barikat süreciydi. O dönem hem bölge hem Türkiye büyük bir travma yaşadı. Sonrasında çatışmalar büyük ölçüde sınır ötesine taşındı. Irak ve Suriye sahasında devam etti. Bu, Türkiye içindeki çatışmaların sona erdiği anlamına gelmese de risk her zaman vardı ve bu risk siyasi ve ekonomik istikrarı sürekli tehdit ediyordu. Dolayısıyla şimdi bu çatışmanın tamamen bitirilmesi, Türkiye’de hem siyasi hem de ekonomik alanın açılması için hayati önemde.”

Süreçle birlikte yeni anayasa çalışmaları da gündemde. Bu iki süreci birlikte değerlendirmek mümkün mü?

Coşkun: “Elbette mümkün. Zaten bu süreçler birbirinden bağımsız düşünülemez. Türkiye halen 1982 darbe anayasasıyla yönetiliyor. Gerçi bugüne kadar anayasada çok sayıda değişiklik yapıldı ama ruhu hâlâ darbe ruhu. Yeni bir anayasa, Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından çok kritik. Eğer gerçekten yeni bir anayasa yapılacaksa bu, sadece metin değişikliği değil, toplumsal sözleşmenin yeniden inşası anlamına gelmeli. Kürt meselesi açısından da yeni anayasa önemli. Anadilde eğitim, kültürel haklar, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve eşit vatandaşlık gibi konular mutlaka bu anayasada yer almalı. Ancak o zaman bu metin gerçekten ‘yeni’ olabilir.”

Son olarak genel bir değerlendirme yapacak olursanız, süreci nasıl görüyorsunuz?

Coşkun: “Bence Türkiye çok önemli bir fırsat yakaladı. Bugün parlamentoda temsil edilen dört büyük parti —AK Parti, CHP, MHP ve DEM Parti— bu süreci destekliyor. Toplumda da ciddi bir destek var. Araştırmalar halkın yüzde 61’inin bu süreci desteklediğini gösteriyor. Bölgesel ve uluslararası dengelere baktığımızda da 2015’e kıyasla daha destekleyici bir atmosfer var. Bu fırsatı iyi değerlendirmek gerek. Süreci zamana yaymadan, seçim takvimine hapsetmeden ilerlemek lazım. Bu mesele çözülürse Türkiye siyaseti önemli ölçüde rahatlar. Kürt meselesi de artık silahlar yerine siyasetin diliyle, Meclis’te ve demokratik zeminde tartışılır. Bu hem Türkiye hem de bölge için tarihi bir fırsat.”