DİYARBAKIR HABER - Diyarbakır’ın dar sokaklarından yükselen deri kokusu, çekiç sesleri ve el emeğiyle yoğrulan ayakkabılar… Bugün hazır giyim ve makinelerin hakim olduğu bir dünyada, 67 yıldır mesleğini bırakmadan sürdüren bir usta var: Mehmet Emin İpek, nam-ı diğer Emin Usta.

1960’ta henüz çocuk yaşta başladığı kunduracılık serüvenini hâlâ sürdüren Emin Usta, yalnızca ayakkabı yapmadı; çıraklar yetiştirdi, müşterilerine sadakat ve güven verdi, mesleğin ahlakla birlikte nasıl yaşatılacağını gösterdi. Onun hikâyesi, aslında Diyarbakır’ın ve Türkiye’nin zanaatkârlık serüveninin bir özeti.

Diyarbakır’da 1960 yılından bu yana ayakkabıcılık yapan Mehmet Emin İpek, nam-ı diğer Emin Usta, mesleğe adım atma hikâyesinden ustalarının ahlakına, teknolojinin sektördeki dönüşümünden gençlere tavsiyelerine kadar birçok konuda samimi açıklamalarda bulundu.

Ustam, mesleğe ne zaman başladınız?

“Ben bu mesleğe 1960’ta başladım. Çocuktum, çalışmaya ihtiyacım vardı. Annem dedi ki, “Oğlum bir sanata gir, yoksa seni hamallığa gönderirim.” O sözle kunduracılığa yöneldim. Önce berberlik yapmıştım, sonra ayakkabıcılığa geçtim”

Diyarbakır Barış Mahallesi’nden acil çağrı Kaldırım yok, canlar tehlikede!
Diyarbakır Barış Mahallesi’nden acil çağrı Kaldırım yok, canlar tehlikede!
İçeriği Görüntüle

İlk ustalarınız kimlerdi?

“Berberlikte ustam bir taneydi, Allah rahmet eylesin. Kunduracılıkta ise Reşat Usta’nın yanında başladım. Hem sanatkârdılar hem de ahlak olarak çok iyilerdi. Bize sadece ayakkabı yapmayı değil, insanlığı da öğrettiler”

Meslek

O dönem hangi ayakkabılar daha çok yapılıyordu?

“Yemenî çok meşhurdu. Köylerde, şehirlerde herkes Yemenî giyerdi. Yumurtatopuk ayakkabılar vardı. Bir dönem topuğa demir çakılırdı, yürürken ses çıkarsın diye. Erkek de kadın da böyle ayakkabılar giyerdi ama o zaman kadınlar pek çarşıya çıkmazdı. Ev ihtiyaçlarını hep erkekler karşılardı”

Çocukluk yıllarınızda Diyarbakır nasıldı?

“Yenişehir’de evler çok azdı, çoğu yer açıktı. Bağlarda insanlar yaşardı. Ustamla birlikte alışverişe giderdik, fileyi doldurur eve götürürdük. O zaman arsaların metresi 50 kuruştu. İnsanlar bahçeli evler yapardı”

Peki o dönemden bugüne meslekte neler değişti?

“Çok şey değişti. O zaman el emeği vardı. Her şey elde yapılırdı. Tahta çiviyle ayakkabı yapan ustalar vardı. Dikişler tamamen elde yapılırdı. Sonra makineler gelince işler değişti. Ben de ilk makineyle çalışanlardanım. İzmir’den gelen bir usta vardı, bana makineyi öğretti. Eskiden üç kişi günde üç çift ayakkabı yapardı. Şimdi bir kişi tek başına bir çift bitiriyor. Yani ustalık öldü, makineleşti. Artık herkes hazır ayakkabıya yöneldi”

Çıraklık konusunda da sıkıntılar olduğunu söylüyorsunuz…

“Evet. Ben çırak oldum, kalfa oldum, kendi çırağım vardı. Onlara maaş verirdim, büyüttüm, ustalığa yetiştirdim. Ama benim yetiştirdiğim ustaların artık çırak yetiştiremediğini gördüm. Çünkü aileler çocuklarını meslek öğrenmeye göndermiyor. Çocuklar hazır paraya alıştı. Hazır giyime, hazır ayakkabıya alıştılar. Çalışma isteği yok”

Siz hâlâ sipariş alıyor musunuz?

“Tabii. Şimdi de sipariş üzerine çalışıyorum. Hatta Almanya’dan, İsviçre’den gelenler oluyor. Buraya gelip iki çift ayakkabı yaptırıp gidiyorlar. Bir müşteri 100 dolar bırakmıştı, “Senin hakkın ödenmez usta” dedi. Böyle kıymet bilenler var”

Peki bu mesleği ne zamana kadar yapmayı düşünüyorsunuz?

“Ben 10 yaşımdan beri bu işin içindeyim. Şimdi 75 yaşındayım. Sanatımı severek yapıyorum. Çok meslektaşım bıraktı, bazıları vefat etti. Ben de bırakmayı düşündüm ama müşterilerim bırakmadı. “Sen bıraksan biz bırakmayız” dediler”

Gençlere ve ailelerine ne tavsiye edersiniz?

“Çocuklarını mutlaka bir sanata göndersinler. Bir meslek sahibi olsunlar. Çünkü insan emeğiyle kazandığı ekmeğin tadını alır. Hazır ekmekte o tat yoktur. Emek olmadan lezzet olmaz. Bir de ahlak çok önemli. Sanatın olur ama ahlakın olmazsa bir anlamı yoktur. Hem sanat hem ahlak bir arada olmalı”

Son olarak neler söylemek istersiniz?

“Ben mesleğimi severek yapıyorum. Müşterilerim de beni seviyor. Onlar bırakmadığı sürece ben de bırakmam. Gençler emeğe değer versin, sanatlarına sahip çıksın”

Muhabir: MEHMET SAİT BAYRAM