DİYARBAKIR HABER - Mezopotamya’nın kuzey kapısı Diyarbakır, yalnızca Dicle’nin şekillendirdiği bir coğrafya değil; insanlığın yerleşme, üretme ve kent kurma hafızasının da güçlü bir arşivi. 1934 yılında kurulan Diyarbakır Müzesi, bu hafızanın en kapsamlı tanığı. Müze Müdürü Müjdat Gizligöl ile, insanın Afrika’dan başlayıp Orta Doğu’ya, buradan da dünyaya yayılan uzun serüveninde Kuzey Mezopotamya’nın ve Diyarbakır’ın rolünü; Sinekkaya, Körtiktepe, Çayönü gibi eşik noktalarını; Amida Höyük’ten Artuklu Sarayı’na, Roma surlarından Osmanlı külliyelerine uzanan katmanlı tarihi konuştuk. Gizligöl, kentin potansiyelini “Diyarbakır bir dünya markasıdır; yeter ki herkes üzerine düşeni yapsın” sözleriyle özetliyor.
Müjdat Gizligöl ile Diyarbakır’ın ve İnsanlığın İzleri
İnsanlık hikâyesinin Diyarbakır’la kesiştiği yer neresi?
Akıllı insanın (Homo sapiens) Afrika’dan dünyaya yayılımı yaklaşık 300.000 yıl önce başlıyor; 110.000 yıl civarında Orta Doğu’ya, dolayısıyla Kuzey Mezopotamya’ya ulaşıyor. Orta kuşaktaki bu bölge, ne çok soğuk ne çok sıcak; Dicle ve Fırat gibi büyük su yollarıyla beslenen, yaşam için elverişli bir havza.
Diyarbakır’daki en eski iz nerede görülüyor?
Çermik/Sinekkaya’da taşa işlenmiş av sahneleri, kente dair en eski buluntulardan. Yaklaşık 18.000 yıl önce Diyarbakır’da avcı-toplayıcı toplulukların yaşadığını bu kabartmalar gösteriyor.
Körtiktepe neden “eşik” kabul ediliyor?
Bismil’de Dicle kıyısındaki Körtiktepe, yaklaşık 12.500 yıl önce avcı-toplayıcı yaşamdan yerleşik örüntülere geçişin öncülerinden. Uzun soluklu kazılarda yüzlerce-binlerce eser gün yüzüne çıktı ve Diyarbakır Müzesi’ne kazandırıldı. Körtiktepe, yalnız Diyarbakır için değil, dünya prehistoryası için de anahtar.
Yerleşik hayatın sahnesi: Çayönü’nde neler değişti?
Gizligöl: Çayönü, avcı-toplayıcılıktan yerleşik yaşama geçişle birlikte yuvarlak planlı evlerden kare/dikdörtgen planlı yapılara evrilen mimariyi gösterir. Burada mercimek, buğday, yabani arpa ve baklagillerin evcilleştirilmesiyle tarım doğuyor; köpek başta olmak üzere hayvan evcilleştirme süreçleri hızlanıyor.
Karacadağ neden bu kadar kritik?
Karacadağ, geniş yayılımı ve geçmişteki yağış rejimiyle büyük otlaklar yarattı; bu da büyük hayvan sürülerini bölgeye çekti. Avcı-toplayıcı topluluklar, sürüleri izleyerek Karacadağ çevresinde kamp ve yerleşimler kurdu. Bu alan, bitki ve hayvan evcilleştirmenin en canlı sahnelerinden biri.
“Köpeği insan değil, köpek kendini evcilleştirdi” derken neyi kastediyorsunuz?
Avcılığın yan ürünü olan kemik ve et artıkları, köpekleri insan yerleşmelerine çekti. Zamanla karşılıklı yakınlık gelişti; insanlar köpeğin yararlılığını gördü, köpek de insanın izini sürmeyi “tercih etti”. Bu nedenle köpek, ilk evcilleşen hayvan olarak ayrı yerde durur.
Domuz, keçi ve koyun evcilleştirmesinde nasıl bir seyir izlendi?
Domuz hızlı ürer ve erken fayda sağlar ama tarla ve bahçeye zarar verebilir; bu nedenle koyun/keçi bulunan bölgelerde zamanla tercih dışı kalmıştır. Coğrafyaya göre evcilleştirme çeşitlenir; kimi yerlerde koyun-keçi yoksa domuzla zorunlu birliktelik sürer.
“Bitki evcilleştirme”yi biraz açar mısınız?
İnsanlar yabani türlerin tohumlarını evlerinin yakınına eker, su ve hasat zamanını gözler, en verimli tohumları seçerek tarımsal kaliteyi artırır. Bu, hem besin güvenliği hem de boş zaman yaratarak diğer alanlarda (zanaat, inşa, inanç, sanat) kültürel sıçrama sağlar.
Diyarbakır “33 değil 77 medeniyet” diyorsunuz; neden?
Müzemizdeki katmanlar, Neolitik’ten günümüze uzanan çok daha geniş bir çeşitlilik gösteriyor. Sadece bir dönemi “tek medeniyet” saymak indirgemeci olur; Kalkolitik gibi binlerce yıl süren dönemler bile birkaç medeniyet barındırır. Bu yüzden “en az 77 medeniyet” ifadesi daha gerçekçidir.
Kentlilerin kendi mirasıyla bağı sizce yeterli mi?
Değil. Diyarbakırlıların sur içini, müzeleri, kazı alanlarını düzenli gezmesi, çocuklarıyla paylaşması gerekir. 1,8 milyon kişi kendi kentini tanıtırsa, bu ülke ölçeğinde etkileşim üretir; turizm ve koruma bilinci yükselir.
Amida Höyük ve Artuklu Sarayı’nda neler oluyor?
Amida Höyük–Artuklu Sarayı bölgesinde Prof. Dr. İlhan Yıldız başkanlığında süren çalışmalar, 10.000 yıllık iskân izlerini doğruluyor. Bu kayalık plato, Dicle’ye yakınlığı ve dere yatakları sayesinde ilk yerleşmeler için doğal bir sığınak işlevi gördü.
Diyarbakır’ın Roma-Bizans-İslam hatlarındaki stratejik rolü?
Roma dönemiyle birlikte devasa surlar ve askerî şehir modeli doğuyor; kent Nusaybin–Dara–Zerzevan hattıyla bir savunma kuşağına dönüşüyor. 639’daki fethin ardından İslam medeniyeti için de kilit geçit: Diyarbakır’ı tutmadan Malatya, Erzurum, Urfa, Antep hattını kontrol etmek mümkün değil.
Selçuklu, Artuklu, Akkoyunlu ve Osmanlı izleri ne anlatıyor?
Artuklular büyük imar faaliyetleri yaptı. Akkoyunlular, kısa süreli başkentlik dönemlerine rağmen anıtsal eserler bıraktı. Osmanlı’da ise 1521–1700’ler arasında neredeyse her vali cami, medrese, hamam gibi yapılarla şehir dokusuna katkıda bulundu; Behram Paşa, Ali Paşa, Fatih Paşa gibi adlar bugün hâlâ eserleriyle yaşıyor.
Bugün üzerinde bulunduğumuz kompleksin hikâyesi?
Burası 1990’larda mahkeme olarak kullanılıyordu; bugün ise kültürel bir komplekse dönüştü. “Hasan Paşa” diye bildiğimiz üç validen sonuncusu (III. Hasan Paşa), edebiyat ve estetik zevkiyle bu alanda temel imar hamlelerini başlatan kişidir (adı, ünlü hanın adını taşıyan başka Hasan Paşa ile karıştırılmamalı).
Diyarbakır’ın dünya ölçeğindeki yerini nasıl tanımlarsınız?
Dünya uygarlıklarının kavşak noktası. Peygamberler, sahabeler, bilim ve düşünce insanları bu coğrafyadan geçmiş veya burada yaşamış. Doğru okunduğunda Diyarbakır, bilgi, inanç ve sanatın aynı kapta yoğrulduğu eşsiz bir şehirdir.
Diyarbakırlılara ve ziyaretçilere çağrınız?
Müzeleri ve sur içini görün, çocuklarınızı getirin. Kentlinin ilgisi arttıkça koruma bilinci güçlenir, turizm sürdürülebilir hale gelir. Diyarbakır, zaten bir dünya markası; bizler onu hak ettiği gibi tanıttığımızda bu gerçek daha da görünür olacak.