Yaz kapıyı erken çaldı bu yıl. Diyarbakır’da güneş sabah erkenden kendini gösteriyor, öğlene doğruysa adeta kavruluyoruz. Beton yığınlarının arasına sıkışmış bir şehirde nefes almak bile zorlaşırken, toplu taşıma araçlarında yapılan yolculuklar tam anlamıyla bir işkenceye dönüşüyor.

Ama çoğu zaman bu cümle cevapsız kalıyor. Açılmayan klimalar, bu sıcaklarda kapalı bir aracın içini fırına çeviriyor. Nefesler daralıyor, insanlar sinirleniyor, tansiyonlar yükseliyor. Hele ki uzun hatlarda, sabır taşı bile çatlar.

Yolculuk ücretleri düzenli artarken, hizmet kalitesi neden yerinde sayıyor? Klimalı araçlarda seyahat etmek artık bir lüks değil, bir ihtiyaç. Şoförlerin “yakıt gideri artıyor” bahanesiyle klimayı açmaması ne kadar kabul edilebilir? Yolcuların konforu neden bu kadar kolay görmezden geliniyor?

Elbette her şoför aynı değil. Duyarlı olan, klimayı zamanında açan, yolcularını düşünen insanlar da var. Ama bu, bir iyi niyet meselesi değil; bir zorunluluk olmalı. Belediyeler, denetimlerini artırmalı. Toplu taşıma araçlarında klima kullanımı, keyfe göre değil, hava koşullarına göre zorunlu hale getirilmeli.

Unutulmamalı ki: Bu şehirde yaşamak hepimizin hakkı ama bu sıcakta işkence çekmek kimsenin kaderi değil.

Diyarbakır gibi yazın 40 dereceleri aşan bir şehirde toplu taşıma hizmetleri çağın gereğine uygun şekilde düzenlenmeli. Klimasız yolculuk, sadece fiziksel bir zorluk değil; aynı zamanda saygısızlıktır.