Son yıllarda adını en çok duyduğumuz kelimelerden biri “yapay zeka.”
Eskiden sadece filmlerde gördüğümüz şey, şimdi hayatımızın tam ortasında.
Yemek tarifinden ödev hazırlığına, hastalık teşhisinden şehir trafiğine kadar her şeyin içinde bir “yapay zeka” var artık.
Peki bu gerçekten iyi mi oldu, yoksa fark etmeden kendimizi teknolojiye fazla mı teslim ettik?
İlk bakışta her şey kolaylaştı.
Eskiden saatlerimizi alan işler, şimdi saniyeler içinde halloluyor.
Bir tıkla bilgiye ulaşıyoruz, sesli komutla evin ışığını açıyoruz, hatta makineler bizim yerimize düşünüyor.
Yapay zeka sayesinde tıp ilerledi, üretim hızlandı, iletişim kolaylaştı.
Ama tüm bu “kolaylıklar” bizi biraz da düşünmekten uzaklaştırmadı mı?
Artık kendi cümlelerimizi kurmak yerine, yazdırıyoruz.
Kendi kararlarımızı almak yerine, algoritmalara danışıyoruz.
Bir şeyleri öğrenmek için değil, hazır bulmak için yaşıyoruz sanki.
Yapay zeka bize hız kazandırdı ama belki de ruhumuzdan biraz götürdü.
Bir zamanlar insanlar birbirine “ne düşünüyorsun?” diye sorardı.
Şimdi herkes “ne yazayım ki yapay zeka güzel göstersin?” diye düşünüyor.
Yani bilgi çoğaldı ama samimiyet azaldı.
Yine de tamamen kötü demek haksızlık olur.
Doğru ellerde kullanıldığında yapay zeka; bir doktorun teşhis gücünü artırabilir, bir öğrencinin hayalini büyütebilir, bir yazarın kelimelerini güçlendirebilir.
Yani mesele, teknolojinin ne kadar güçlü olduğu değil; bizim o gücü nasıl kullandığımız.
Belki de yapay zeka, aynada kendimize sorduğumuz bir sorunun cevabı gibi:
“Gerçekten kolaylık mı istiyoruz, yoksa sadece düşünmekten mi kaçıyoruz?”
Yapay zeka iyi mi oldu, kötü mü oldu bilmiyorum…
Ama bir şeyden eminim:
Ne kadar akıllı olursa olsun, hiçbir makine insan kalbinin samimiyetini taklit edemeyecek.