Yeşilçam filmlerini izlerken gözümüze çarpan ilk şey o canlılık olur: Pastel yeşili Şahinler, turuncu Murat 124’ler, mavi minibüsler…
Evlerin dış cepheleri sarı, pembe, maviye boyalı. Perdeler desen desen, duvarlarda çiçekli kağıtlar. İnsanların kıyafetlerinde bir cesaret, sanki her biri kendi rengini ilan etmiş gibi.
Sonra bir gözümüzü kapayıp açıyoruz…
Şimdi sokakta yürürken gördüğümüz arabalar ya beyaz, ya siyah, ya da grimsi bir ton.
Evler mi? Her biri gri mantolama, beyaz pencere çerçevesi, içleri ya bej ya krem.
Sanki ülkece bir filtre takmışız da bakışlarımızı pastelden betona çevirmişiz.
Peki, ne oldu? Renklerimizi kim sildi?
Biraz ekonomi, biraz psikoloji…
Bir zamanlar arabalar azdı ama renklilerdi. Çünkü araba almak bir olaydı. Alınca da ‘kişilik’ katmak isterdi insan. Şimdi arabalar seri üretim, renk farkı fiyat farkı demek.
Beyaz daha ucuz, siyah daha kurumsal, gri ise “kir göstermiyor”.
Evler için de durum aynı. Kentsel dönüşümün kalem kalem hesaplandığı müteahhit dünyasında “rengarenk cephe” maliyet demek. Üstelik “nötr” renkler “herkese hitap eder” diye dayatılıyor.
Sanki birisi hepimize aynı evi, aynı arabayı, aynı hayatı satmak istiyor.
Ama işin aslı daha derin…
Renk cesaret ister.
Renk ifade ister.
Ve en önemlisi: renk umut ister.
Eskiden insanlar fakirdi belki ama daha mı neşeliydi? Belki.
Ama kesin olan şu ki: hayallerini duvarlara, arabalarına, kıyafetlerine yansıtacak kadar umutluydular.
Bugün ise hayat daha baskıcı, daha kaygılı, daha yalnız.
Gri hayatın içinde fazla dikkat çekmek istemiyor kimse. “Beni fark etmesinler” diyerek, “görünmezliğe” razı oluyoruz
Oysa insan renkle yaşar.
Çocukken resim defterini hangi renk taşırsa içimizi de o taşır.
İçimizdeki renk ölürse, hayal kurma yetimiz de solar.
O yüzden bu yazıyı okuyanlara bir çağrım var:
Arabanız beyazsa, içine renkli bir paspas atın.
Eviniz grise, bir duvarını cesurca boyayın.
Siyah giyiniyorsanız, cebinize sarı bir mendil koyun.
Ve en önemlisi:
Hayatınıza tekrar bir “renk seçme” hakkı tanıyın.
Çünkü bu ülkenin en büyük kaybı ne para ne de zaman…
En büyük kayıp, renklerini yitiren bir ruhun sessizliği.