Son dönemde gelişen küresel ve yerel kaosu besleyen olaylar ışığında siyasilerin açıklamalarını ve haberleri dinlediğimde, kendimi bir bilim kurgu filminin başında gezegenimizin nasıl yaşanmaz hale getirildiğinin sebeplerini açıklamak için yapılan kısa fragman gibi açıklamaları dinler gibi hissediyorum.
Politikacılar asıl görevleri olan sorunlara çözüm üretme yerine, çözümsüzlüğü, çatışmaları ve yerli yersiz meydan okumaları esas alan politikalarla kaosu derinleştirerek beceriksizliklerini totaliter rejimlerle örtmeye çalışıyor, dünyanın üçte biri iç savaş veya fiili savaşta geri kalanı ise diken üstünde duruyor, küresel ekonomik güçler açgözlülükle bu kaostan kısa vadeli çıkar politikalarıyla kaostan beslenmeye çalışıyor.
Bırakın dünyadaki diğer milletleri, “övgüler düzülen” batılı halklar bile geliştirdikleri varsayılan değerlere olan inançlarını kaybediyor. En güçlü yönetim ve ekonomik sistemleri kurduklarına inanılan, diğer toplumlara ideal örnek sistemler olarak sunulan (dayatılan) ABD ve AB'nin ideolojik, askeri, ekonomik ve kültürel ilkeleri bir bütün olarak erozyona uğruyor. Devlet sistemleri dışındaki toplumsal dinamikler ise kaosun girdabında kaos politikalarının önlerine koyduğu küresel senaryolarda figüran rolünün etkisinde bu girdaptan kurtulabilmek amacıyla nafile kürek çekiyor…
10’000 yıllık bir geçmişi var kabul edilen medeniyetimizin başlangıcından bu yana edindiği tüm ilkeler, uluslararası kurumlar. BM, Uluslararası Ceza mahkemesi, tüm uluslararası anlaşmalar. İsrail’in başta Gazze’de uyguladığı soykırım ve Ortadoğu da saldırdığı 7 ülkedeki tüm uluslararası hukuk ve teamüllere aykırı saldırgan pervasızlığı sonucunda BM üyesi devletler tarafından ABD ve müttefiklerinin tehditleri sonucunda gerekli tepkinin verilememesi tüm kurumların saygınlığını yerle bir etmesi bir yana gerekliliği tartışılır hale gelmiştir. ABD İsrail ve müttefikleri tarafından ihlal edilmeyen bir tek uluslararası hukuk ve anlaşma, itibari sıfırlanmayan ve yerle bir edilmeyen bir tek uluslararası kurum kalmadı!
Küresel ve bölgesel güçlerin her biri Suriye gibi minnacık bir ülkede dünya ölçeğinde birer köye denk gelen alanlara yerel güçlerden devşirdikleri güçlerle yerleşerek mevzilenmiş durumda, dünya dengelerini bir daha yapılandırılamayacak, geri dönülemez nokta misali konumlanarak birbirlerine güç gösterilerinde bulunuyorlar.
Bir başka noktada ise nükleer silahlarla donatılmış minyatür bir devletle, gezegenimizi moleküllerine ayıracak düzeyde nükleer silaha sahip “dünyanın süper gücü” olarak kabul edilen ülke ile her gün birbirini nükleer bombalarının düğmelerine basmakla tehdit ediyor.
20. yüzyılda Emperyalist politikalar sebebiyle yaşanan iki dünya savaşından sonra, küresel güçlerin benzer senaryoları sonucunda üçüncü dünya savaşı bir çözüm ve kaçınılmazlığı kabul ettirilmeye çalışılıyor. Savaşan taraflar haklılıklarını kanıtlamak için ne kadar gözü kara, acımasız ve güçlü olduklarını karşı taraflara göstermek amacıyla pervasızca şiddeti tırmandırarak kaos politikalarını besledikçe savaş yıkımlarına ve batağına daha fazla batıyorlar.
Bu politikalar sonucunda her geçen gün artan mevcut savaşlar ve iç çatışmalar sonucunda MS. 350-800 yılları arasında gerçekleşen kavimler göçünü aratmayan her gün daha da şiddetlenen göç dalgalarıyla bir insanlık dramı yaşanmasına rağmen bu dramı çözecek en ufak samimi bir çaba gözlenmemekte. BM açıklamalarına göre dünyada 122 milyon göçmen olduğu söylense de gerçek rakamlar bu rakamların çok üstündedir. Milyonlarca insan sadece güvende yaşayabileceği bir alan arayışı içinde!
Kontrol edilemez nüfus artışı her geçen gün ekonomik, siyasal ve ekolojik sistemi tehdit duruma ulaştı. Hiçbir sistemin bu konuda etkili olabilecek bir politikası yok.
Dünya nüfusunun yarısı açlıkla boğuşuyor, her gün yeni bir küresel finansal ve ekonomik krize gebe ve tüm ekonomik sistemi çökertecek riskler her gün daha da derinleşiyor.
Topluma teknolojik devrimler adı altında sunulan, kullanılan yanlış teknolojiler sonucunda ekolojik sistem alarm zilleri çalıyor. Bu yanlış uygulamalar sonucunda 15-20 yıl önce 500 yıl sonra eriyeceği söylenen buzulların birkaç yıllık ömrü kaldığı hayâsızca itiraf ediliyor. İklim değişikliği alışılagelmiş tarım sistemini tehdit eder konuma ulaşmasına rağmen soruna çözüm üretmesi gerekenlerce ciddi bir önlem alındığı söylenemez. Tam aksine akademik unvanlara sahip kişilere ısmarlama raporlar hazırlatarak bu durumun gezegenin döngüsel bir işlevi olduğunu safsatasını yutturmaya çabalıyorlar.
Bir başka siyasi ve akademik grup ise buzulların erimesini sadece ticaret yollarının kısalacağı algısını sunmaya çalışıyor. Savaşlarla, iklim değişikliğinin etkisiyle üretim alanlarınız yok olduğunda nakliyesini yapacağınız ürünler olmadığında ticaret yollarınızın ne anlamı kalacak birde bunu anlatsalar!
Tüm bu koşullar sonucunda dünyanın hiçbir noktası denetlenebilecek durumda değil. Sorunları çözmekle mükellef olan yönetimlerin sorunları çözme konusunda bir vizyona ve projelere sahip olmamaları sebebiyle, taleplerini dillendirebilmek amacıyla sokağa çıkan halkı en sert acımasız polisiye ve militer yöntemlerle bastırmaya çalışıyorlar. Çözümsüzlüğün acizliğini ifade eden bu yöntemler her geçen gün değişik ülkelerde iç çatışmaların körüklenmesine ve sorunların derinleşmesine sebep olmaktadır. Toplumlar, öfke, korku ve umutsuzluk üçgenine sıkışmış durumda.
Kıyamete bir kala, dünyanın geleceği pamuk ipliğine bağlı olduğu bir ortamda geleceğimizi teslim ettiğimiz liderlerimiz, politik kurumlarımız, siyasi, akademik vs. vs. şahsiyetlerimizin oynadıkları trajik-komik şovları izledikçe bilim kurgu filmlerindeki son gerçekçi gibi geliyor. Filim vizyona girdiğinde ise filimi seyretmekten başka yapabilecek bir şey kalmayacak!
Politikacılarımızın, liderlerimizin, akademisyenlerimiz vs. vs. bu konuda çözüm üretecek vizyona sahip değil! Ya sizin klasik deyimle çocuklarınıza, torunlarınıza yaşanası bir dünya bırakma konusun da bir vizyonunuz var mı?
Barındığımız gezegen dahi artık tahammül edemiyor sizi uyarıyor. Geç olacak geri dönülmez noktayı çoktan geçtiniz DURUN ARTIK!